Hakikat Eşiğinde Gerçek ve Doğru

    Doğru sözcüğü "togru, toguru" kelimelerinden dönüşmüştür. Yönelmek, karşıya geçmek fiili ile eş kökenlidir.

    Birçok tanımlamalarda ve hayatın merkezinde "doğru" öznel olarak beyân edilir. Öznel, şahsiyete göre değişkendir. Sık sık duyduğumuz "Onun doğrusu bu, benim değil." söylemleri bu tanıma dahildir. İnsanlar genellikle doğrular üzerinde tartışır. Maviyi kimi yeşil kimi sarı görebilir. Hakikatte "mavi" mavidir.

    Çevre, aile, haysiyet gibi mefhumlar bütünüyle şahsiyeti oluştururken doğrular da bu sebeplerin içerisinde değişiklik gösterir. Özümüzde kardığımız bunca doğruyu ben merkezli olarak neticelendirmek istemek tabiidir ve tam bir beşer işidir. Fakat her neticenin gayesi meskenine münasip midir meselesini şu cümleler ifade eder:

    "Her doğru her yerde söylenmez."

    Bu söz Mecelle’de yer alan "Usûl esasa mukaddemdir." ifadesini de hatırlatır. Misal vermek gerekirse, toplu bir ortamda akşam yemeği yeniyor. Kişi amacı gereği karnını doyurmak, yeme eylemini gerçekleştirmek için herhangi bir kurala riayet etmeden yemek yediğinde de karnını doyurur. Fakat adabı muaşeret kurallarına uyduğu takdirde cemiyete ve insan sıfatına yakışır bir davranışta bulunmuş olur. Ya da bir doğruyu yanlış bir kelime silsilesi ile ifade ettiğimizde elde edilecek hüküm yerle yeksan olur. Burada belirtilen usûl, insan ile diğer varlıkları ayırt eden özü ifade eder.

    Her doğrunun her yerde makul olmaması bahsi ise başka bir mefhumun öz itibariyle değişkenlik göstermeden zaman ve mekanda kendisinin bizzat esas olmasına işaret eder. Bu kavram öyle bir temayül gerektirir ki beyânı söz konusu olduğunda sebepler ve zamandan aşkın, bütün doğrulardan da içkin olması gerekir.

    "Gerçek" sözcüğü Oğuz ve Kıpçak lehçelerinde "Doğru, inanılır ve güvenilir" sözcüklerinden tahavvül etmiştir. Her ne kadar "doğru" anlamından dönüşse de gerçek; değişken değildir. Gerçek kavramlara göre zuhur etmez, nesneldir.

    Misal vermek gerekirse, perdesi çekilmiş bir odada oturduğumuzu ve gündüz vakti olduğunu düşünelim. Odanın karanlığını ifade ettiğimizde doğru söylemiş oluruz. Fakat "Güneş doğmadı" ifadesiyle beyân ettiğimiz takdirde, yanlış ve yalan söylemiş oluruz. Güneş'in doğduğu bir gerçektir, odanın karanlığı da doğrudur.

    Yine birinin garip insanlara yardım ettiğini varsayalım. Bu yardımı gösteriş için mi yoksa Allah rızası için mi yaptığını bilemeyiz. Yardım eylem olarak doğrudur. Gerçek nerede suali sorulursa da "Ameller niyetlere göredir." hadisi ile gerçeğin niyette olduğu aşikardır. Gerçeğin nesnelliği, doğrunun öznelliği de ortadadır.

    Enfüs ve Âfak - Nesnesel Gerçek ve Doğru Arasındaki Bağlam

    Enfüs insanın iç dünyasını ifade eder. Âfak ise insanın dış alemidir. İnsanoğlu kendi fikirleri ve eylemleriyle iç dünyasında mukayese halindedir. Eyleme dönüşmeden evvel tarttığı düşünceleri, şahsi "doğru" olarak ifade edilir. O düşünceler eyleme dönüştüğü an dış dünyaya zuhreder. Böylece "nesnesel gerçek" bir fiiliyat söz konusu olur.

    Peki eylemin nesneleşmesi yani aynı anda gerçek ve doğru olması hakikat güzergahında netice ifade eder mi?

    Bu bağlamda söz konusu sualin cevabı bellidir. Ameller, niyetlere göre olduğundan dolayı insanda belirleyiciliği "niyet" icra eder. Niyet, İslam hükümlerine uyduğu takdirde gerçek ve doğru aynı anda icra edilmiş olur. Şayet, İslam hükümlerine uymayan bir "doğru" söz konusuysa o "gerçek" değil ve kişinin şahsına aittir. Hakikat ise bütün doğruların üzerindedir.

    Gerçeğin özbeöz hakikat olduğunu Celâleddîn-i Muhammed Rumi Hazretleri Mesnevî'de şu hikaye ile anlatır:

    Bir gün âlem içerisinde "Fânidir şu gökyüzü. Hak da ona Vâris" dedi bir âşık.
Buna karşılık felsefeci biri: "Nereden biliyorsun," dedi.
Derken üst üste sorular cevaplar ve kalabalık bir araya geldi. En son felsefeci: "Delil getir çünkü ben delilsiz söz dinlemem." dedi.
Âşık: "Canımın içindedir delil. Gizlidir. Gözünün fersizliği yüzünden hilali görmüyorsun sen. Bana öfkelenme. Bu sırrı söylemem. O âşıklık sırrıdır. Şunu bil! Bu sır yüzümün sararıp solmuşluğundan anlaşılabilir. Aşığın yüzünde akmakta olan kan ve gözyaşı sevgilinin güzelliğinin delilidir."
Felsefeci: "Ben bunu bilmem. Sıradan insanların benimseyeceği delil getir."
Âşık: "Bir sahte altın ile gerçek altın tartışmaya girer. Sen sahtesin, ben gerçeğim ve değerliyim derse son sınama yeri ateş olur."

    Hikayede çıkarılacak mühim hisseler mevcuttur. Bizim çıkarmamız gereken hisse ise gerçek altın ve sahte altın ateşe girdiğinde, gerçek altın ateşte erir ve özünü asla kaybetmez. O öz hakikattir. Sahte altın ise kararır ve yanarak yok olur. Hakikat olmayan doğrular gibi.

    Bu sebeple mefhumların karmaşasından kurtulmak için tek bir sonuç elde etmek gerekir:
Hakikat hakikidir.

    Kaynakça

  1. Mesnevî-i Şerif

Yorumlar