Gelişim, gönül sarayını büyütmektir; yalnızca kendi duvarlarını kalınlaştırmak değil.
Zamanın çarkı dönerken her köşe başında bir kurtarıcı peyda oluyor. Dillerinde bir kelam: kişisel gelişim. Ne güzel bir niyetle çıkıyorlar yola; sözde bizi kendimizden kurtaracaklar. Ancak kendi dertlerini çözemedikleri bir âlemde, başkalarına derman kesilmek kolay mı?
Adı üzerinde: kişisel... Ne yanında bir yoldaş ister, ne karşısında bir ayna. Sadece kendi dar sokaklarında dolaşır da, dönüp bir gül bırakmaz başkasının bahçesine.
Oysa biz biliriz ki: kendi üzerinde çalışmak, inkâr edilemez bir görevdir. Dinimiz buyurur: “İki günü bir olan ziyandadır.” Bugün dünden ileri olacak; kalem biraz daha derin yazacak, gönül biraz daha ince çırpınacak. Ancak meseleye şöyle bir eğilince, içimizin boş kavuklar gibi ses verdiğini işitiyoruz.
Kişisel gelişim kitapları, adeta mahşer yeri gibi raflara yığılmış. Ekranlarda sözüm ona nasihat erleri… Birer birer milyonların kalbini, kendi küçük menfaatleri uğruna tahkim ediyorlar.
Şu soruyu sormadan geçemem: kişisel gelişim nedir, ne değildir?
Gelişim, sadece kendi bencilliğini parlatmaksa, Allah korusun, o gelişim değil; kibir heykelinin taş taş yükselmesidir. Gelişim, “ben” demekten “biz” demeye adım atmaktır. Kendi acısını hissetmekle kalmayıp, başkalarının acısına da dokunabilmektir. Ne var ki bugün fetvacı kürsülerinde yalnızca “sen önemlisin” nidaları yankılanıyor.
İnsan yalnızca kendine yönelirse, bir gün kendi kuyusuna düşer. İçine kapanan bir ruh, kendi mezar taşını kendi elleriyle yontar.
Günümüzde ilham vericiler bile artık "kaç takipçin var?" terazisiyle tartılıyor. Ne hikmettir ki, gönül terazisiyle ölçen kimse kalmamış neredeyse... Oysa eskiler bilirlerdi: nasihat, nasihatten önce hâl isterdi. Kendi içinde yaşamayan, dilinde yaşatamazdı.
Şimdi bir de modalaştırılmış nasihatler var: “Hayır demeyi öğren.”, “İçinden gelmiyorsa yapma.”, “Kendin için yaşa.” Ne kolay söylemesi! Oysa gerçek nasihat, kalıptan değil, candan dökülür. Nasihat, yeri geldi mi su gibi yumuşak, yeri geldi mi demir gibi sağlam olur. Ve her zaman muhatabın fıtratına göre biçimlenir. Bir susuzun gönlüne su vermek gerekir; tuz değil.
Bugün bazıları kendi dar görüşlerini, din hükmü gibi dayatıyor. Kendi kanaatlerini mutlak doğru gibi sunuyorlar. Halbuki ehl-i irfan bilir: hakikat, insanın gönlünde yeşeren bir bahardır; kılıçla değil, sabırla büyür.
Eskiler ne derdi? "Gönül yapmaya bak, gönül yıkmaya değil." Bir kırık kalbi onarmak, yüz şehir kurmaktan daha kıymetliydi onların nazarında.
İşte gerçek gelişim budur: başkalarına dokunabilmek, kendini aşabilmek. Kendini o kadar büyütmek değil, başkasının yarasına merhem olabilecek kadar inceltmek.
Bana kalırsa, çağımızın asıl hastalığı kişisel gelişim bozukluğudur. Gelişmek istiyoruz; lakin yönümüzü şaşırmışız. Yalnızlaşıyor, yabancılaşıyor, aynalarda kendimizi bile tanıyamaz hâle geliyoruz.
Oysa yol bellidir. Peygamberlerin, velilerin, âriflerin yürüdüğü o kadim yolda bir iz olmalı ayaklarımızda. Gerçek gelişim, nefsi aşmakla; gerçek kemal, gönül saraylarını bayındır etmekle mümkündür.
Din nasihattir. Ve nasihat, yalnızca sözle değil; hâlle, örnek olmakla yapılır.
Ve nihayetinde: Rahmet ve şefkat Peygamberi (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur.
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”
Kaynakça:
- Buhari, İlim, 11 [69]; Müslim, Cihad, 8 [1734].
Yorumlar
Yorum Gönder