Söğüd Ağacı Hakkında

Köklerden göklere uzanan medeniyetin "sanat, hakikat içindir" mefkûresiyle yeniden yeşerdiği inanç, düşünce ve edebiyat topluluğudur.
    Sögüt, "her çeşit ağaç" sözcüğünden dönüşmüştür. Türkçe "-yanmak" fiilinden "+ut" ekiyle türetilmiştir.

    Söğüdün hikayesi diğer ağaçlara göre farklıdır. Küçük yerleşim yerlerinde ilkbahar gelir gelmez hızar sesi duyulmaya başlanır. Kimine göre bu ses bir söğüdün yanacağının haberi, kimine göre kış mevsiminin ilkbaharda yapılan hazırlığıdır. Diğer ağaçlar yıllansın, uzun seneler boyunca meyve versin istenir. Bakımı o temenni üzere titizlikle yapılır. Söğüd ağacı ise yanmak ve yakılmak için toprağa düşer, hasret ve gurbet kokan dünya insanını andırır. Uzun dalları ile kucak açan anneye benzer. Gölgelerini ayırt etmeden bütün canlılara sunarlar. Dallarında kuşlar dizinde böcekler, altında insanlar serinler. Bir anne merhametidir gölgeleri. 

    "Söğüt" yerine "Söğüdkelimesini tercih sebebimiz ünsüz yumuşamasını gönüle düşen gölge olarak atfediyoruz. O gölgede yetişen ve yeşeren sözcüklerimizi hakikat ışığında buluşturmayı temenni ediyoruz. Yanmak ve yakılmanın söğüde mahsus olmadığını, imtihan vesilesi ile insanın da bu kaderden pay aldığını belirtmek istiyoruz.

    Celâleddin Muhammed Rumi Hazretleri:
“[1730] Her an, her solukta gökyüzüne umut bağla. Söğüt gibi göğe erme arzusuyla rakset.”
    Kainat hakikatin tecellisidir. Rüzgar estikçe ağaç dalları kol kola girerek sevdiğini zikrederler. Güneşe doğru yeşil rengi arzu eden söğüd dalları, rüzgarın estiği zıt yöne eğilerek tıpkı niyet ve nasip denkleminde ortada kalan insanı andırır. Buna rağmen kış, kuraklık, hızar korkusu olan söğüd gibi göğsünün ortasında hissettiği yangın ile göğe âşık bir hâlde neyi aradığını tarif etmeye çalışırken ömürden harcar durur.

    Zaman insanın en kıymetli hazinesidir. Çünkü yaşam bu kavram ölçütü nispetinde belirlidir. Bu süre içinde bir sonuca bağlanacak fiillerle insan olma çabası ve gayreti veririz. Bu yüzden gayemizi tanımlarken önce Allah'ın sevdiği güzel kullardan olmayı sonra bütün varlığa inanç, düşünce ve edebiyat topluluğu olarak insan sıfatını temsil etmeyi istiyoruz. 

    Üstad Aliya'nın bize öğrettiği gibi Allah'ın yazgısına teslim olan insan iradesine teslim olmaz. 
"Bize düşen, çaba göstermek ve eyleme geçmektir, netice Allah'ın elindedir."
    Neden İnanç, Düşünce ve Edebiyat?

    İnsan doğar doğmaz tutunacak ve sığınacak yer arar. Hayata gözlerini açtığında ilk tutunacağı yer ailesidir. Zamanla düşünmeyi öğrendikçe inandığı değerlere, o değerlere sahip insanlara, akıl ve duygularına tutunur.

    Büyüdükçe merhamet edilmesi için ağlar, acıktığında mimik ve fıtrat özellikleri ile ifade eder. Doyunca hafif bir tebessümle kendini sevdirir. Belli bir süre sonra bir eylem neticesine bağlı olarak teşekkür eder. İyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi ayrımları neden yapması gerektiğini kötü ve yanlış fiillerle karşılaşınca anlar. Bütün bu algıladıklarını inanç, düşünce ve edebiyat ile gerçekleştirir. Edebiyat bu anlatımın neresinde diyebilirsiniz. Teşekkür etmek, tebessüm etmek de edebiyata dahildir.

    Tutunmaya çalıştıklarımız, kaderin varlığı ve yokluğu tartışıladursun, şu bir gerçektir; nefes alıp verdiğimiz, "yaşamak" dediğimiz hayata kendi rızamız dışında geldik. İlk nefeste ağlarken hangi anne babaya, hangi aileye, hangisi ülkeye geldiğimiz elimizde olmadan gerçekleşti. Görünüşümüz, etrafımızda bulunan çoğu olay, her arzumuzun gerçekleşmemesi yaratılıştaki kaderimize atıfta bulunur.

    İnsan inanmadan anlam yüklemez ve yükleyemez. İnanmanın yolu düşünmekten ve okumaktan geçer. Okumanın usûlü bellidir. Tek bir yönteme bağlı olarak yapılırsa düşünce ve inanç aksiyonu tamamlanır. Aksi taktirde kelimeler ve düşünceler suyun yatağında ters yöne aktığı gibi akar durur.

    "Yaratan Allah'ın adıyla" okunmadan bütün okumalar beyhudedir. Örneğin, göz sadece satırdaki sözcükleri okumaz. Renk okur, tavır okur, bakış okur. İşitilen ses bazen dünyaları verir bazen gönül sandalına su aldırır. Örneklerde ifade edildiği gibi okumanın da çeşitleri vardır. Biz bu çeşitliliği edebiyat ile ifade ediyoruz.

    Bizim edebî mefkûresiyle "Sanat, hakikat içindir." Hakikat yaşamımızın merkezinde durur ve biz onun etrafında sebepleri kavramaya, kaldırmaya çalışırken her yolculuğumuzun Hakk'a doğru olduğunu görürüz. İstikametin tamamlanması için ise üç kavramın bir araya gelmeden tam olarak aksiyon alınamayacağını belirtmek isteriz, "İnanç, düşünce ve edebiyat."

    Üstad İsmet Özel’in dediği gibi:
"İslamiyet kuru bir gelenekçilik değil, bir inanç, düşünce, davranış bütünlüğüdür."
    Neden Topluluk?

    Toplum, maddi arzular üzerine kurulu bir bütündür. Topluluk ise manevi gaye çerçevesinde hiçbir çıkar gözetmeden, bir arada bulunma isteği taşıyan insanların oluşturduğu ve omuz omuza sevgi, fedâkarlık gibi içi dolu kavramları Allah'ın rızasını kazanmak için safları sıkı tutan insanların bir araya gelmesinden oluşan saf tutmadır.
"Safları düzgün tutun, omuzları bir hizaya getirin, boşlukları doldurun, safa girerken kardeşlerinize, ellerinizi hafifçe dokundurun, şeytana açık yerler bırakmayın. Kim safları sık tutarsa Allah onu hayra eriştirir. Kim de saflar arasında boşluk bırakırsa Allah onu hayra eriştirmez." 

(Müslim, Salat, 104; Ebu Davud, Salat, 93; Nesaî, Sehv, 4; Ahmed b. Hanbel, III, 154-260) 

Yorumlar