Tahlil: Kuşlarla Sohbetin Şartları - Ahmet Murat

    Kitap, denemeler şeklinde yazılmış ve sade anlatım ile süslenmiş anlatılardan oluşuyordu. Denemenin konularını süsleyen, genel kültürü geliştiren konular olarak; tasavvuf, Müslüman coğrafyalar, edebiyat, menkıbe, aforizmalar yer alıyordu. Ayrıca yazarımızın düşüncelerine, tecrübelerine de yakından tanık eden bir anlatım biçimi mevcuttu.

    Özellikle menkıbeleri ve yer yer aforizmaları, gediğine konulmuş bir taş gibi okudum. Yazarın üslubuna baktığımızda düşüncelerini kabul ettirmek gibi bir anlatısı yoktu. Bilakis birkaç yerde konuyu anlattıktan sonra okurun takdirine bırakıyordu. Kitabı okurken dinlendiğinizi hissettiren ve o dünyanın içine sarıp sarmalayan bir atmosferin içinde gibi hissediyorsunuz. Bir şekilde sizi kendi dünyasına götüren yapısı var.

    Menkıbeler demişken, Şeyh Ebu Medyen ile ilgili anlatılan hikâye gerçekten etkiledi. Halkın sürekli beklediği ve sohbet vermesini istediği şeyhimiz, bir gün sohbet etmek üzere kapısının önüne çıkıyor ve kalabalığı görüyor. Ardından sohbete başlayacağı sırada kuşların uçarak uzaklaştığına şahit oluyor. Kendisinin hâlâ ehil bir kimse olmadığını düşünüyor. Bu düşünceyle beraber evine dönerek tekrar inzivaya çekiliyor. Yaklaşık bir senenin ardından, çevresindekilerin ve orada bulunan halkın isteğiyle tekrar sohbet yapılması isteniyor. Ve şeyhimiz, yoğun istekler üzerine tekrar evden dışarıya çıkıyor. Halkın önünde konuşmaya başlayınca civardaki kuşların yaklaştığını görüyor. Hatta bazı kuşlar, sohbetin etkisiyle bayılarak ayağının dibine düşüyor. Burada anlatılmak istenen, “iç değişirse dış da değişir.” Zaten bütün değişimler özde olursa etkilidir. Diğer türlüsü görüntü kalabalığıdır. Kalabalıklar ise kocaman bir yalnızlık taşır.

    Hastalarla ilgili olan bir bölüm daha vardı. Burada öleceğini öğrenen ve tedavisi bulunmayan bir hastanın, hayata bakışının hayat dolu olmayacağını anlatıyordu. Ölüm haberi verilmiş ve hatta “ölmüştür” iması yapılıyordu. Burada işi mucizeye kalmış bir hasta olarak kendimin neden din üzerine hayatta kalabildiğini biliyordum. Çünkü bir inancım olmasa, tutunacak bir dalı olmayan meyve gibi hayattan kopmanın önünde bir engel yoktu. Zaten kitap da burada devreye giriyor. Bir hadis imdadımıza yetişiyor. Efendimiz buyuruyor ki [sallallahu aleyhi ve sellem]:
"Yarın kıyametin kopacağını bilseniz, elinizdeki son fidanı mutlaka dikiniz.” / [Buharî, el-Edebül-Müfred s. 168]
    Bütün sır burada saklı. Aslında bütün mesele budur: kıyametin kopacağını bilerek dünyadan vazgeçmemek ve dünyadaki eylemlerimizi iyilikle buluşturmak. Bunu yaptığımızda ölmüş değil, dirilmiş oluyoruz. Kitaptaki diğer alıntı şu şekildeydi:
“Yirminci yüzyılda bir veli” olan Ahmed el-Alavi hazretleri, “Kibirliden rahatsız olan da kibirlidir.” der. 
    Kibirden rahatsız olan bir kişi, o huyu görebildiğine göre kendisinde de mevcuttur, diyor hazret. Çünkü tanımadığın bir duyguyu ya da davranışı tanımlayamazsın. Tanımlıyorsan ve bunu görüyorsan, sende de bunlar mevcuttur. Fakat ısrarla bu huyları görmeye devam ediyorsan, kınama eşiği daha kötüdür. Kınayan kişi, zaman içerisinde kınanacak hâle gelir.

    Dolaylı yoldan geldiğim bu durak, bana İblis’in ve Âdem babamızın hikâyesini anlatıyor. Birisi kendisini bildi ve başkasını kınamadı; kendisini kınadı. Diğeri ise kendi yerine gördüğünü kınadı. Bütün mesele ve farkındalık işte burada başlıyor.

    Kitabı içerik olarak daha uzun da anlatabilirim elbet. Fakat uzun tahlilleri şuna benzetiyorum: Bir dilim baklavanın henüz tadılmamış bir damakta bıraktığı lezzeti betimliyor gibi hissediyorum. Bu söylediğim, kitap okunduğunda daha anlaşılır olacaktır.

    Sözlerime son vermeden önce, zannediyorum ki Ahmet Murat’ın bir derviş olduğunu anlattıklarından çok uzakta yaşamadığını bilmek gerekir. Ya da daha doğru bir tabirle, yazdıkları gittiği yolun keskin kokan çiçeğidir. Yazdıklarına bakarak testinin içinde bulunan çiçek suyunu tahmin etmek zor değil.

    Tahlili; beni sarsan ve hayatımda uygulayacağım bir alıntıyla bitireyim:
    Ataullah İskenderi Hazretleri der ki, “Bir manevi makama sahip, bir deruni bilgiye malik olduğunu iddia eden kimse Allah’a yakın değil uzak, hatta en uzak kişidir.”
    Doğrusunu, gerçek ilim ve hikmet sahibi Allah bilir.

Yorumlar