Hay Bin Yakzan, okuması zor bir kitaptı. Kitabın içeriğinde bulunan, felsefe ve mantık üzerine kurulu düşünceler, basit seviyede de olsa felsefe bilmeyenler için anlaşılması güç bir anlatı olarak karşımıza çıkıyordu.
Kitabın başlarında cümleler karışık ve anlaşılması açısından ağırdı. Çünkü akıl, varlık, yaratılış, madde derken, aşina olmadığımız kelimeler akıl karıştırıyordu. Kitabı okumayı bırakmak ve bırakmamak arasında sürekli gelgit yaşadım. İlk yirmi küsur sayfayı sindirebilmek için, normal bir kitaba ayırdığım sürenin iki katını ayırmak zorunda kaldım. Belki bu kavramlara ve felsefeye biraz daha hâkim olsaydım, kolay anlaşılır bir kitap olarak önüme çıkacaktı. Demek ki kitabın seviyesinde olmayan bir okurdum.
Varlıkların anlatıldığı bölümde yaptığım araştırmalarla taşlar yerine oturdu. Zaten hikâye de bu bölümü anladıktan sonra mana itibarıyla açılmaya başladı. Kitapta kurulu olan hikâye, temelini kavramlardan alarak sembollerle süslenmiş; yaratılış ve evren sırları anlatılıyordu. Yaratılışın ve bir yaratıcının olmasını böyle bilimsel bir dille anlatmayı yerinde buldum.
Bir diğer husus ise Tanrı’nın varlığı anlatılırken herhangi bir dine dayandırılmadan, akıl ve mantık çerçevesinde izah edilmesiydi. Bu, geleneksel anlatının dışındaydı. Bu anlatım tarzı muazzam bir tefekkürün sonucuydu. Kitapta tasavvuf ehli olarak isimleri zikredilen kişilere yer yer eleştiriler de yöneltiliyordu. Kişinin akıl ile gerçek bir hakikat yolculuğu yapabileceğine vurgu vardı. Bütün bunlar söylenirken, aklı aşan durumların da mümkün olduğu ifadeler yer alıyordu. Salt aklı kutsayan bir anlayış yoktu.
“Bu dünya ile öte dünya, iki kuma gibidir. Hangisinin gönlünü yapsan diğerini gücendirmiş olursun.”
Hay, hikâyenin ve düşüncelerinin sonuna doğru gelirken alıntıladığım bu cümleyi sarf etti. Yalnızca bu cümleyi duymak bile bu kitabı okumak için yeterliydi. Çünkü bazı cümlelerin yankısı, kitabın bütün hacminden fazladır. Dikkatimi çeken bir diğer husus ise “zorunlu varlık”, yani kendisinin varlığı herhangi bir sebebe bağlı olmayan varlık tanımlanırken, sayısal bir örnekleme ile anlatımın başarılı oluşuydu. Metin yalnızca soyut tarafta kalmıyordu.
Kitapta Batlamyus ve Kopernik gibi isimlere yönlendiren cümleler de vardı. Araştırma yaptığımda, dünya merkezli ve güneş merkezli evren modellerini öğrendim. Evrene geliş amacımızın bile bu modeller üzerinden tasvir edilmesi, meseleyi geniş bir perspektiften değerlendirme olarak ortaya koyuyordu.
Kitabı okurken, insanın yaşama süresinin bakış açısına ne denli tesir ettiğini anladım. Batlamyus’un dünya merkezli evren modelini gören İbn Sina, Kopernik’in güneş merkezli evren modelini göremedi. Şayet görmüş olsaydı, düşünceleri ne kadar değişirdi? Belki hikâye yeniden ele alınırdı. Çünkü kitap, dünya merkezli evren modeli esas alınarak yazılmıştı.
İbn Sina, Salaman ve Absal’dan esinlenerek Hay Bin Yakzan’ı yazmıştır. Doğu’da ilk kez simgesel ve felsefi öykü yazan kişi İbn Sina’dır. Onun yazdığı bu hikâyeyi takip eden ve kendi düşüncesine göre yeniden yazan bir diğer kişi de İbn Tufeyl’dir. Fakat ikinci yazılan, yani Tufeyl’in hikâyesi daha geniş ve kapsamlıdır. Bu iki hikâye de tek kitapta toplanmıştır.
“İbn Tufeyl anlayışı açısından bakıldığında ‘aramak’ iki yönlü bir çabayı gerekli kılar. Birincisi gözlem ve deneylerle pekiştirilen düşünme (tefekkür), ikincisi de arınmadır.”
Kitapta, tefekkür veya arınmayla yol almanın söylenmesi, aynı kapı eşiğine çıkıyor gibi hissettirdi. Çünkü kişi arındıkça mecburen bir tefekkürün içine girer. Bu kez doğruları ve yanlışları kalp terazisine çıkarır. Bu teraziyle birlikte çıkan sonuçta, tefekkür kaçınılmaz bir mecburiyete dönüşür. Bütün bu silsile, “arama” çatısı altında gerçekleşir. Düşünen arınır, arınan bilir ve tekrar düşünür. Kavramlar birbiriyle bağlantılıdır.
İbn Tufeyl, Hay Bin Yakzan ille zamanında büyük tartışmalara yol açan üç ana sorunu çözümlemeyi amaçlamaktadır:
- İnsan kendi başına, hiçbir eğitim ve öğretim görmeksizin, doğayı inceleyerek düşünme yoluyla “insan-ı kamil” (yetkin insan) aşamasına ulaşabilir, başka bir deyişle insani nefs (nefs-i insani), etkin akılla (akl-ı faal) birleşebilir.
- Gözlem, deney ve düşünme yoluyla elde edilen bilgiler, vahiy yoluyla gelen bilgilerle çelişmez, yani felsefe ile din arasında tam bir uygunluk vardır.
- Mutlak bilgilere ulaşmak, bütün insanların üstesinden gelebileceği bir şey değildir. Yüce gerçekliklere ulaşmak, bireysel bir olaydır.
Aslında anlatmam gereken daha birçok yer mevcut. Ancak kitabın genel çerçevesinden bahsetmek yerli yerinde bir anlatım olur. Sözün fazlası lisanen kabahattir.
Doğrusunu, gerçek ilim ve hikmet sahibi Allah bilir.
Kitap tahlilini, aldığım bir notla bitirmek istiyorum:
“Düşünme, nesneler dünyasından başlayarak en yüce gerçek olan Tanrı’nın bilgisine ulaşana kadar aklın bütün imkânlarını sonuna kadar kullanma; arınma ise, ulaşılan bilginin takılmasını sağlayan sezgiye (keşf ve ilham) ve Tanrı’da yok olmaya (fenâ) ulaşmak için nefsi ve ruhu, başka bir deyişle Tanrı’nın tecelli yeri olan kalbi dünyevî ilgi ve eğilimlerden, kir ve pisliklerden arındırma çabasını dile getirir. Gerçi yalnızca akılla, yani felsefecilerin yöntemleriyle Tanrı bilgisine ulaşmak da mümkündür; fakat bu bilgi, doğru olmasına karşın ‘anadan doğma bir körün çevresi hakkında edindiği bilgiye’ benzer. Bu bilginin en belirgin özelliği ‘açık’ olmasıdır. Daha da önemlisi, bu bilgiden dolayı bir ‘zevk’ duyulamaz; saf müşahedeye erişilemez. İbn Tufeyl’in bu bilgiye karşı önerdiği yöntemle ulaşılan bilgi ise açık ve kendisinden dolayı bir ‘zevk’ duyulan, saf müşahedeye erdiren bilgidir. Gerçek bilgi iki esasa dayanmalıdır: Akıl ve sezgi. Bilgi, deneyin akıl ile ve aklın da sezgi ile uygunluğudur. İnsan gerçeğe ulaşmada gerek parçalardan bütüne (istikra), gerekse bütünden parçalara (ta’lil) akıl yürütme yolunu da aşarak kendi içinde bulunan sezgi ışığına da yönelmelidir. Çünkü, Allah’ın zatı sırf nurdur. Nur olan Tanrısal zatı algılayabilecek olan insanın içindeki nuru uyandırmak ve parlatmak, sadece duyuların, aklın ve ruhun özel terbiyesi ile mümkündür ve ancak Allah hakkında bu suretle elde edilecek bir bilgi bize bizzat zatı verebilir."
Yorumlar
Yorum Gönder