Tahlil: Âmâk-ı Hayal - Filibeli Ahmed Hilmi

    İlginç bir kitaptı Âmâk-ı Hayal. Kitabı okurken gayet akıcı, ne anlatmak istediğini bilen, hayalin doruklarında gezdiren bir anlatım yapısı vardı. Başından itibaren anlatılan hikâyelerle Vahdet-i Vücut ilmek ilmek işleniyordu. Hikâyeler genellikle Râci’nin Aynalı Baba’nın yanına gitmesiyle başlıyordu. Âyin esnasında sembolik anlatılar ön plana çıkıyordu.

    Kitabın iki baş karakteri vardı: Hayatını düşünmeye ve aramaya adayan, iç devinimleri arasında bedenle ruh arasında gidip gelen Râci; bir de mezarlıkta “Hüzünler Kulübesi”nin sahibi Aynalı Baba. Bütün anlatı, Râci’nin onun yanına gitmesiyle başlıyor. Her ziyaretinde, bir fincan kahvenin ardından gelen uykuyla âlemleri bir seyyah gibi geziyordu Râci. Uyandığında yaşadıklarından haberdar olan Aynalı Baba’nın buna hiç şaşırmadan yaklaşması, aslında ikisinin bir olma hâline işaret ediyordu. Çünkü kitap, sonuna doğru bu söylediğimizi delil olarak karşımıza çıkarıyor.

    Vahdet-i Vücut fikrinin sağlam bir şekilde ele alınması ve ifade edilmesi, topladığım birkaç argümanla destekleniyordu.
  • Bunlardan birincisi, yapılan âyinlerin kahve ve ney sesiyle başlamasıydı. Ney, bir âyin simgesidir; aynı zamanda Mevlânâ Hazretleri de Vahdet-i Vücut fikrini savunmuştur.
  • İkincisi, karakterimizin karşısındaki kişinin lakabıydı. “Aynalı Baba” isminin özellikle seçilmiş olduğunu düşünüyorum. Çünkü ayna metaforuna yine vahdeti savunan Ferîdüddin Attâr Hazretleri’nin Mantıku’t-Tayr adlı eserinde rastlıyoruz.
  • Üçüncü olarak, ney ile yapılan âyin dışında başka bir enstrüman olan sazla da âyin yapılıyordu. Enstrümanların değişmesi, arayışın ve hakikate ulaşmanın yalnızca seslerde farklılık gösterdiğini anlatıyor.
  • Dördüncü olarak, Budizm, Zerdüştlük, Brahmanizm gibi sembollerin kullanılması da hakikati arama çabasının evrenselliğini gösteriyor.
    Kitapta arayışlar sürerken, akıl sağlığını yitirdiği düşünülen Râci tımarhaneye yatırılıyor. Orada bulunan hastaları incelerken; makam ve mevki hırsı olanları, dini istismar eden, kurnazlıkla insanları kandıran kişileri de gözlemliyor. İnanan insanların bilgili olması gerektiğini savunuyor. Aksi takdirde “suyu kaynağından içmeyenlerin, başkasının elinden içtikleri suyun nereden geldiğini bilemeyeceği” imasında bulunuyor.

    Dikkatimi çeken bir başka anlatı da büyük sevinçlerin küçük kaynaklardan beslenmesi gerektiği düşüncesiydi. Hikâyeye göre, Aynalı Baba bir gün çok mutlu uyanıyor. Gün boyu bu mutluluğu sürüyor. Karakterimiz, bu mutluluğun kaynağını sorduğunda ise mahallede bir kedinin doğduğunu öğreniyor. Bir kedinin doğumuna bu kadar sevinilmesine şaşıran Râci sorgulamaya başlıyor. Aynalı Baba ise manidar örneklerle cevap veriyor:

    Bir hükümdarın çocuğu olsa ve halk buna sevinse, bu sevinç yersizdir. Çünkü çocuğun yaşayıp yaşamayacağı belli değildir; hükümdar çocuğu olduğu için halkı aşağı görme ihtimali vardır; bütün imkânların içine doğduğu için cahil ve görgüsüz de olabilir. Bu kadar muamma varken, bir kedinin muamma olmayan doğumuna sevinmek daha doğrudur, diyor. 

    Zannediyorum, bütün insanlığın kaçırdığı durak da burasıdır: Küçük sebeplerle büyük mutluluklar inşa etmek.

    Kitabın başında Râci, arayış yolculuğuna çıkmadan önce bir hususu özellikle belirtir:

    Annesinin güzel ahlak ve dini hisleri baskın gelecek şekilde kendisini çok iyi yetiştirdiğini ifade eder. Arayış nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, galip gelecek olan annesinin öğretileridir. Bu da günümüzde çokça sorulan bir sorunun cevabı gibidir.

    Hikâyelerde sorgulamalar sürerken “Saadet nedir?”, “Nokta var mı?”, “Elif mi noktadan, yoksa nokta mı eliften türemiştir?” gibi birçok soruya cevap aranıyor. Her dinin kendi önde gelenlerinin bu sorulara verdiği cevaplar, arayışların çeşitliliğini ortaya koyuyor. Bir diğer dikkat çekici bahis ise ölüm ve hayat konusuydu. “Yaşamanın değerli olmasının önünü açan ölümdür.” Çünkü sınırsız bir hayat kimseye tat vermezdi. Kaybedilen ve fani olan her varlık, kıymetini böylece bildirir.

    Tahlilin sonuna doğru geldiğimizde kitap bütün ana fikrini açık eder:

    Kitap boyunca iki kişi varken ve Râci olayları anlatırken, Aynalı Baba’nın ölümüyle bu kez Aynalı anlatmaya başlar. Râci ölmez, ama “Râci” olarak da kalmaz. Aynalı Baba ise ayrı bir kişi olmaktan çıkar; hakikatin dili olur. Bu akış, tevhidi işaret eder. Çünkü romanın tüm seyri boyunca Râci’nin amacı zaten “ben”den kurtulmak, “Hak”ta fânî olmaktır. Son kısımda anlatıcının değişmesi de bunu edebî biçimde gösterir.

    Kitabı okurken farklı dinler üzerinden anlatılan arayış biçimleri yer yer yorucu gelse de, sonuna doğru gelişen olaylar ve Aynalı Baba’nın vefatı kitabı zihnimde güzel bir rafa yerleştirdi. Okuyup okumamak elbette siz okurların kararıdır. Fakat sonundaki hikâye, benim için okumaya değdi.

    Bir alıntıyla tahlilimi noktalayayım:
“Bu âlemin bütün zevki, yok oluşun ümidiyle ayakta durmaktadır!”
    Doğrusunu, gerçek ilim ve hikmet sahibi Allah bilir.

Yorumlar