Serbestlik Esaret, Teslimiyet; Özgürlüktür

    İnsan, fıtratı gereği her zaman özgürlüğünün peşinde olmuştur. Esaret altında olduğunu hissettiğinde ise huzursuzdur. Özgürlük bizlere huzur verir ve hayat karşısında tatminimizi artırır. Bu durum tarih boyunca özgür olmayı en önemli hedeflerimizden biri hâline getirmiştir. “Özgür” kelimesi “öz” ve “gür” kelimelerinin birleşmesiyle ortaya çıkar, yani özgür olabilmek için özü gürleştirmek gerekir. Özgürlük dediğimiz şey ancak öz gürlüğüyle sağlanabilir.

    Günümüzde “özgürlük” kavramı, “serbestlik” kavramı ile sıkça karıştırılıyor. Birçokları özgür olmaktan serbest olmayı anlıyor; ancak durum öyle değil. Serbestlik demek, “başıboşluk” demektir. Serbestlik dediğimiz şey, insanın hiçbir otoriteye bağlı olmadan, kuralsızca ve sınır tanımadan her arzusuna ulaşabilir olması gerektiği anlayışıdır. Bu anlayışı benimsemek için insanın ancak "başı boş" bir vaziyette olması gerekir. Oysa insan dünyaya ne terk edilmiş ne de atılmıştır. İnsan dünyaya geçici bir görev için gönderilmiş ve özünü fark edebilmesi için şuurla donatılmıştır. Şuur, insanın dünyada başıboş bırakılmadığının en büyük kanıtıdır.

    İnsanı görünmez kafeslere hapsedebilmek için onu özünden uzaklaştırmak gerekti ve gereği yapıldı. Çağımızın bize kazandırdıkları, hayatımızda büyük kolaylıklar sağladığı gibi özellikle mânevî organlarımızı hasta eden birtakım anlayışları da beraberinde getirdi.

    Serbest olma gerekliliği anlayışı, insan için en tehlikeli anlayışlardan biridir. Bu anlayışı benimseyen insan; hevâ ve arzularına yenik düşerek, hedeflediği haz kaynağına hiçbir kural tanımadan “her yol mübahtır” mantığıyla ulaşmak ister. Haz kaynağının veya haz kaynağına giden yolun haram olmasıyla birlikte eyleminin bereketsizliğiyle tanışır. Bereketsizliğin bir sonucu olarak arzuladığı hedeften aldığı fayda minimuma iner. Kişi bir haz kaynağına ulaşıp, onu da kısa sürede tükettikten sonra bir yenisine daha ulaşabilmek için kolları sıvar ve aynı yollardan aynı haz kaynağına ulaşabilmek için tekrar tekrar çaba sarf eder. Bu durum, insanın saplanıp kaldığı bir kısır döngüdür. İnsan bu döngüye kapılarak arzu ettiklerine bağlı ve bağımlı hâle gelir.

    Serbestlik, insana ancak tükettikçe var olabileceği düşüncesini aşılar. Bu düşünceyle birlikte insan; tükettiklerine ve tükettiklerini elinde bulunduran güçlere yenik düşerek zincirlenir. İşte bu noktada, serbestlik kavramının insanı zincirlerinden kurtarmanın aksine ona birtakım bağlılıklar ve bağımlılıklar kazandırdığını gözlemleyebiliriz. Bu durum, esasında serbestliğin özgürlük ile taban tabana zıt bir kavram olduğunu da gözler önüne serer. İnsanın özgürlük arayışında düştüğü bu büyük yanılgı, onu özünden uzaklaştırarak tanınamaz hâle getirir. Nitekim bizler doğumumuzla birlikte bir yolculuğa çıktık ve bu yolculuğun amacı, Kâlû Belâ’da verdiğimiz sözü yerine getirmekten ibarettir. Sözünü unutan, özünü nasıl tanıyabilir?

    İnsanın özgürlük arayışı aslında özüne duyduğu özlemdir. İnsan ruhunun ebed çığlıklarını dindirecek olan tek yol, onu özüne ulaştıracak olan yoldur. Dünya hayatında bizlere serbestlik ve özgürlük olmak üzere iki yol sunulur. Biri bâtılın, diğeri ise Hakk’ın yoludur. Nitekim dünya her zaman hak ve bâtıl arasında bir yerde konumlanmıştır. Zaman zaman Hakk’ı tutanların, zaman zaman da bâtıla dalanların galebesi görülmüştür ki bu durum, kıyamete kadar sürecek olan bir imtihandır. Bizler bu imtihanı başarıyla tamamlayabilmek için özümüzü bulmak, yani Kâlû Belâ’da verdiğimiz sözü tutmak mecburiyetindeyiz.

    “Hevasını ilah edineni gördün mü?” (Furkan, 43) ilâhî sözü üzerine biraz düşünelim. Hevasını ilah edinenler, sözünü unutanlardır. İşte serbestlik dediğimiz kavram, insanı dünyevî haz kaynaklarına bağımlı ve bağlı hâle getirerek onun para, şehvet ve şöhret gibi döneminin başlıca putlarına boyun eğmesini, yani hevasını ilah edinmesini sağlar.

    Hevasını ilah edinen kişi “emret nefsim” diyerek kulluğunu zaman içerisinde tamamen yitirir. Biz Müslümanlar ise söze “Lâ İlâhe” diye başlayarak öncelikle puttan ilah edinilenlerin bütününü reddeder ve ardından sözümüzü “İllallah” ile tamamlayarak Allah’tan (azze ve celle) başka hiçbir şeyi kendimize ilah edinmediğimizi vurgularız. “Lâ ilâhe illallah” cümlesi, özgürlüğün formülünü de bizlere böylece öğretir.

    Özgürlük, Allah’ın dışında hiçbir otorite olmadığına iman etmekten geçer. İmanımız, özümüzü gürleştirir ve özümüzün gür çıkmasını sağlar. Özgürlük, yalnızca nefsin insanı bağımlı hâle getirmek için uğraştığı haz kaynaklarını reddetmek ve Allah’ın ipine sımsıkı tutunmakla mümkündür. Özgürlük ancak büyük bir samimiyetle Allah’a teslim olanların nasibindedir. Zira Allah’a boyun eğen, başka hiçbir şeye eğilmez. İman etmeyenden başkasıysa özgürlüğü bilemez.

Allahualem.
24 Safer 1447 (18.08.2025), Aksaray

Batuhan M. Dolu

Yorumlar