Bir Mûsâ Doğmasın Diye Binlerce Mûsâ Ölür

 
    Firavun ve Mûsâ aleyhisselam arasında geçen hadise herkes tarafından bilinir. Çocuklar katledilmiş ve masum bebekler doğmadan soykırım hesabı yapılmıştır. Bulunduğu konum itibariyle güç dengelerini incelediğimizde firavunun asla yenilmeyeceği de aşikardır. Bugün de terör devletinin elinde bulunan güç firavunun elinde bulunan güçle birbirine benzemektedir. 

    Yaşanan bütün tarihi olayların söyleminde ilginç bir durum söz konusudur. Kaderin o berrak sayfasında bütün zulümlere rağmen Mûsâ aleyhisselam firavunun sarayında yetişmiştir. Bu bize gücün nerede olduğunu değil, mazlumun hangi tarafta olması gerektiğinin önemli olduğunu anlatır. Günümüzde yaşayan Müslümanların hissettiği çaresizliğin sebebi ise olayları zahiren bir bakış açısıyla değerlendirmekten kaynaklanır. 

    Sistematik soykırım

    Olayı iki şekilde değerlendirmek istiyorum. 7 Ekimden önce gerçekleşen soykırımda şehit sayısının belli aralıklarla olması, basında yer bulamaması, görmezden gelinmesi ve birçok sebeple yüz çevrilmesi soykırım acısını zaman içerisinde eritti yahut acıyı azaltıp katlanılabilir hâle getirdi. Kısaca halk diliyle âh, vah edip unutulmaya bırakıldı. Aslında 1948 yılından itibaren sistematik bir şekilde uygulanan ve yerleşimci diye tabir edilen hırsızların zulmü her zaman aynıydı.

    Medyanın, gıdanın ve birçok sektörün İsrail destekçilerinin ellerinde olması sebebiyle en ufak bir Filistinli savunmasını terör örgütü saldırısı olarak nitelendirmek için yeterliydi. Oysa evinden, yurdundan gitmesi için haftada bir su verilen, arama yapma bahanesiyle evleri soyulan, sigorta primi ve vergisini ödediği halde hizmet alamayan, okulları durduk yere yakılıp keyfi ateş edilerek öldürülen, sokağa çıkma yasağında evlerinde doktoru görüntülü arama yaparak eşinin doğumunu yaptıran insanların yaşadığını öğrendiğimizde kimin terörist ve soykırım yaptığını anlayabiliyoruz.

    Firavunlaşan İsrail

    Firavunun kendisini tanrı sandığı döneme baktığımızda kibir, katliam ve soykırımın birebir aynı olduğunu görebiliriz. Bugün de çocukların özellikle şehit edilmesini düşündüğümüzde yeni bir “Mûsâ” çıkmasından korkan bir zihniyetin olduğunu görüyorum. İsrail halkında bulunan bu telaş, Mûsâ aleyhisselamı öldürmeye kalkan firavunla aynıdır. İsrail ulusal güvenlik bakanı ben-gvirin verdiği kadın ve çocuk vurma emri ise bu düşüncemi destekler niteliktedir.

    7 Ekim sonrasında Hamas tarafından başlatılan “Aksa Tufanı” operasyonu tek taraflı bir saldırı gibi gösterildi. Yaşanılan bu olayların 1948 yılından itibaren yaşanılan soykırımın misillemesi olduğunu kimse söylemedi anlamak istemedi. Ancak zamanın haklıyı ve haksızı ortaya çıkarmak gibi bir hakikati vardır. Bugüne kadar manipüle edilen ve yalan haberlerle duyurulan olayları artık bütün dünya net bir şekilde öğrendi. Baskı ve zulüm aracılığıyla insanları kendini savunmaya sevk edip ardından bir taş atanın üzerine orduyu gönderen yıllarca aynı senaryo ile masum tiyatrosu oynayanın soykırımı bütün dünyada kabul görmek üzere.

    Katili, firavunun konumuyla kıyasladığımızda konumu tam anlamıyla aynıdır. Firavunun büyü değnekleri işe yaramadan bir silah olarak kendisine döndü. Bugün Amerika'da, Avrupa'da eylemler gerçekleştiriliyor. Buralar firavun sarayı değil de İsrail'in sarayı değil de nedir? Üstâdımın söylediği gibi her ölen çocuk kanında Mûsâ bilinci vardır. Toprağı kanıyla sulayan çocukların Mûsâ aleyhisselamın bizzat kendisi olarak çiçek açarak dünyayı ve dünya insanını değiştirme noktasına getireceğini kimse bilemez ve hesap edemezdi.

    İnananların verdiği ve vereceği sınav

    “Yalnız inanan kişi imtihandan geçmez. İnanana inanan da geçer imtihandan… İmtihan ve çile hepimizi saran gökkuşağıdır.” (Yitik Cennet, Sezai Karakoç, 102)

    Bu olayların yanı sıra bugün Filistinli kardeşlerimize ve Müslüman âlemine inancımızın olup olmadığı ile de imtihandan geçiyoruz. Çaresizlik, umutsuzluk gibi mefhumların önce ruhlara ardından sokaklara ve sözlere sirayet ettiğini görüyorum. Oysa Mûsâ aleyhisselam ve firavunun sözde kudretine baktığımızda güç kıyas edilemez haldedir. Biz de gücümüzü düşünüp kendimize ve İslam dünyasına zahiren baktığımızda şu anda güçsüz görenler olabilir. Ancak bu durum söz konusu değildir. Müslüman gücünü inancından alır. Gücünü inancından alan Müslüman her daim kudretlidir. Allah'ın vaadinden yola çıkarak kazanacağını bilir.

    Mûsâ aleyhisselam Kızıldeniz'in ortadan ikiye ayrıldığı yere geldiğinde sadece kendisi sınanmadı. Ona inananlar da imtihandan geçti. Denizin tekrar kapanacağını ve firavunun boğulacağını da kimse bilmiyordu. Ancak firavundan kaçanlar ne zaman rahata erdi bu kez de ortaya samiri çıktı. Zor zamanlarda kazanılan başarılar rahatlığa kurban edilir. Bugünkü zor zamanda soykırımı yaşayanlar değil yaşayanlara inananlar da sınanacak.

    Bizler bireysel bazda yahut Müslüman halklar itibariyle yaşanan soykırımı değerlendirdiğimizde bulunduğumuz konumun yetersizliğinden başlayıp kendimizi küçük görüyoruz. Zaman zaman birbirimizin amelini zedeleyen ve duruşumuzu görmezden gelen cümlelerin sarf edildiğini görüyor ve bunu kabul etmiyorum. Bunun aynı zamanda bir vesveseden ibaret olduğunu düşünüyorum. Çünkü yetersiz bir noktada olduğumuzu düşünmek tutumumuzdan vazgeçmeye sebep olur. Bizim kendimizi küçük görme hastalığından kurtulmamız şarttır. Burada mühim olan karıncanın bir damla suyu nereye taşıdığı olmalıdır. Suyumuzu nereye vereceğimiz ise tartışmaya bile kapalıdır.

    Efendimiz aleyhissalatu vesselam ile beraber hicrete çıkanlar bütün mal varlığını geride bırakmıştı. Evlerine ve değerli eşyalarına el konulmuştu. Ancak ashap o gün inanana, inananlar olarak da imtihandan geçiyordu. Bu sınavı başarıyla geçenler sonunda zenginliğe ve refaha kavuşuyordu. Tabi bu demek değil ki, biz de zengin olacağız yahut refaha erişeceğiz. Burada altının çizilmesi gereken nokta bizim ne kadar inandığımız.

    Müminin durumu hayret vericidir

    “Müminin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hali kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64)

    Bugün Müslüman ve mümin duruşu arasında fark vardır. Mümin tam anlamıyla amel eden kişi demektir. Bütün yılgınlığa rağmen her daim ayakta durması gereken kişidir mümin. Çünkü o dünya hayatında rahatlığın olmadığını bilir ve amel eder. Bu hayatın hakiki bir hayat için sınav olduğuna inanmıştır.

    Mümin duruşu meselesi ile ilgili Filistinli kardeşlerimize baktığımızda tavrımız onlar gibi olmalıdır. Çocukların korkmadan gülümsediği, vazgeçmek nedir bilmediği, gençlerin bütün durumu normal karşılayarak hayatına devam ettiği, çocukların uçurtma uçurarak koştuğu, Halit Dedenin şehit olan torunu Rim’i öpüp tebessüm ederek uğurlaması bizlere örnektir. İşte şaşılacak mümin duruşu böyle olmalıdır. Bombalar üzerine yağmur gibi yağarken zaferin sahibi olacağını söyleyenleri görüyoruz. Gülerek “ölüm hayattan merhametlidir.” cümlesini sarf eden çocuğun bizlere gösterdiği duruş aslında temsiliyetin ne olduğunu gösteriyor. İnanç öyle kuvvetli bir duygudur ki ölüm dahi onun gölgesinde kaybolur.

    Kendi içerisinde infilak eden toplum

    "Toplumumuzu birleştiren bir Filistin tehlikesi korkusu olmasaydı, toplumumuz içten infilak ederdi." (Toprağımızın Kokusu, Kenize Mourad, 159)

    Soykırımın kanlı ressamı İsrail cephesine baktığımda kendi içerisinde dağınık, kalplerinde korku olan ve gelecekten umutsuz her an paranoya içerisinde evinden dahi çıkamayan bir topluma dönüştüklerini görüyorum. Bu korkunun olması tezat bir durumdur. Bütün kudret zahiren elinde olsa da açıklayamadığı korkunun kaynağı aslında bellidir. Sus payı verip sınırları etrafındaki ülkelerde kendisine itaat edecek yöneticileri görevlere getirseler de bunun fayda vermeyeceğini biliyorlar. Çünkü devlet halk varsa devlettir. Halklar ise Müslüman’dır.

    Zulüm ne zaman yeryüzünü kana boyasa ardından mutlaka bir rahmet gelmiştir. Tarihte kim zulüm ile abad olacağını düşünmüşse katil çöplüğünde yerini almıştır. Bir Mûsa doğmasın diye binlerce Mûsa'yı öldüren firavun bir inanmış ruh iklimine yenilmiştir. Unutulmamalıdır ki bugün hayatı sevenlerle ölümü sevenler karşı karşıya gelmiştir. Hayatı sevenlerin kaybedeceği daha çoktur. Ölümü sevenlerin ise kazanacağı cennet vardır ve kaybedeceği yoktur.

    “Ey inananlar! Onların yüreklerine korku salan, Allah'tan çok sizlersiniz; çünkü onlar, anlamayan kimselerdir.” 
Haşr Sûresi 13. Ayet

Kaynakça

  • Kur’an-ı Kerim
  • Yitik Cennet - Sezai Karakoç
  • Toprağımızın Kokusu - Kenize Mourad
  • Peygamberler Tarihi - Asım Cüneyd Köksal

Yorumlar